Bir Gökhan öğretmen vardı. Bir ihbarla gözaltına alınmıştı. Terör örgütü üyeliğiyle suçlanıyordu. Gözaltında tutulmasının 13’üncü gününde birden fenalaşmış, kaldırıldığı hastanede kurtarılamamıştı.
*
Bazı iddialar ortaya atılmıştı. Ölümünde işkence kuşkusu vardı. Kalp krizi gerekçesiyle doğal ölüm raporu verdiler. Henüz 42 yaşındaydı o. Yaşadığı şehirde defnedilmesine izin vermediler. İstanbul’a gömülmesi yasaklanınca eşinin memleketi Konya’ya getirildi cenazesi. Aile kendi imkânlarıyla getirdi Konya’ya cenazeyi.
Diyanet İşleri Başkanlığı’na göre, haindi ve cenaze namazı kıldırılamazdı. Bu nedenle imam onun namazını kıldırmadı. Yapacak bir şey yoktu. Kendi yaralarını kendileri saracaklardı. Toplandı bazı yakınları ve eş dost… Cenazeyi yıkadılar, ilaçladılar, kefene sardılar. Toprağa verileceği yerde imam cenaze namazını kıldırmadığı için mahalle sakinlerinden birine düştü bu görev. Öğretmen Gökhan Açıkkollu, meslekten ihraç edilmişti. Ölümünün üzerinden 1.5 yıl geçtikten sonra suçsuz bulundu ve göreve iade kararı verildi.
*
Peşin hükümlü Diyanet’in boynundaki vebale bakın bir Allah aşkına. 2016 yılında da Kayseri’de bir köy imamı, 58 yaşında ölen biri için, “komünisttir” diyerek sela bile verdirmemiş, cenaze namazını da kıldırmamıştı.
*
6 Mayıs 1972’de bir şey olmuştu. Tam 46 yıl önceydi. Biz henüz dünyaya bile gelmemiştik ama o olayı anlatan bir abi vardı. 6 Mayıs 1972’de 68 kuşağının gençlik önderleri Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan idam edildi. İdam gecesini ise Deniz Gezmiş’in abisi şöyle anlatıyor bir gazeteciye:
“Beş kişiyle bütün işlemleri yaptık. Sivil polisler yarım saat içinde araba bulun ve götürün dediler. Arabayı bulamam deyince buraya gömün dediler. Ama yan yana gömemezsiniz dediler. Ben iyice bunaldım ve oradaki polislere ‘Siz bunların dirilerinden korkuyordunuz, ölülerinden de mi korkuyorsunuz’ dedim. Aralarına ikişer mezar yeri koyduk öyle gömdük. Namaz saatini beklemek gibi bir olay olmadı. Beş kişiyle cenaze namazı kıldık kordon altında. Tek bir polis yardım etmedi bize. Oranın imamı ‘Ben bunların cenaze namazını kıldırmam’ dedi. Karşıyaka mezarlığının cenaze odasında evlatlarının cenazesini gören üç baba ise o kapıdan yıkılmış bir şekilde çıktı. Bu hiç bir zaman silinmedi hafızamdan.”
46 yıl sonra hala aynı şeyler yaşanıyorsa, demokrasi noktasında ne kadar geri kaldığımız da apaçık ortada değil mi?
*
Ve Denizler… Halka yalan söylemediler, ekmeğimiz küçülmesin, yolsuzluk, hırsızlık olmasın, çocuklar, gençler, kadınlar ölmesin, bir utanç olan, çağdaş kölelik, taşeron kalksın, madenciler ocaklara gömülmesin, iş kazası denilen iş cinayetlerinde, kadına çocuğa tacizde, tecavüzde, her türlü şiddet ve iğrençlikte Avrupa birincisi olmayalım diye ölüme gittiler. İnsanlar arasına kin ve nefret tohumları atılmasın, birileri peygamber ilan edilmesin, el kadar çocukların ırzına geçildiğinde en ağır cezayı vermek yerine, ‘Bir kereden bir şey olmaz’ demesinler, tarihi ve kültürel değerlerimizi yok etmesinler, akarsuları, gölleri kurutmasınlar, kıyılarımızı, ormanlarımızı peşkeş çekmesinler, her akarsuyun başına HES kurmasınlar, tarım ülkesinde et ve saman ithal etmesinler diye öldüler. Birileri kanla abdest almasın, ülke kadın, çocuk, genç ölüler mezarlığına dönmesin diye öldüler. İşçiler için, köylüler için, senin için, benim için, yarınlarımız için, özgür bir vatan, tam bağımsız bir ülke için öldüler.
Deniz, Hüseyin ve Yusuf’u idamlarının 46 yıl sonrasında bile unuttuk mu? Hayır! Onlar asıldığında henüz doğmamış çocuklar bile üç fidanı biliyor mu? Evet! Peki onları asan Baki Tuğ’u kaç kişi hatırlıyor. Denizler yarına kaldı, yaşıyor ve yaşayacak. Baki Tuğ maşası ve dönemin katilleri ise tarihin çöplüğünde yerini çoktan almış bile. |