Türkiye Tarafından Düzenlenen Yıllık Büyükelçiler Konferansı’nda Dimitris Avramopoulos Tarafından Yapılan Konuşma
Öncelikle,bu yılki Büyükelçiler Konferansı’na katılarak bir konuşma yapma onurunu bana tanıdıkları için Sayın Bakan Mevlüt Çavuşoğlu’na teşekkür etmek isterim.
Bugün kendimi kafa dengi olduğum insanlar arasındaymışım gibi hissediyorum.
Sizlerin de bildiği gibi uzun yıllar bir Yunan diplomatı olarak görev yaptım; bunun yanında, bir Yunan siyasetçi olarak da uluslararası ilişkiler ve kamu diplomasisi alanlarında oldukça hassas meselelerle ilgilendim; bu itibarla ben de sizlerin bir meslektaşınızım.
Bu nedenle, faydalı ve sağlam olabilmesi için her şeyden önce samimi ve dürüst olması gereken ve bizlere, devamlı ve etkileşimli bir ilişki sağlayan özel diplomatik iletişim biçimini de sizlerle paylaşıyorum.
Elbette ki diplomaside dürüstlük ve samimiyete yer yoktur, diyenler olabilir. Şahsi deneyimlerimden yola çıkarak şunu söyleyebilirim: bazen münasip olmasa veya hoşa gitmese de diplomasi, ancak dürüst olursa etkili olabilir.
İşte bu nedenle ben sizlere karşı açık ve dürüst olacağım.
* *
*
Saygıdeğer Büyükelçiler,
Bugün jeopolitik, tarihi ve kültürel açılardan doğu ile batının, kuzey ile güneyin kesiştiği bir yerde ve bir ülkede bir araya gelmiş bulunuyoruz.
Modern Türkiye sadece Avrupa’nın en güney doğu noktasını Asya’nın en güney batı noktasıyla birleştiren bir kara ve deniz köprüsü değildir.
Aynı zamanda iki kıta arasında siyasi, ekonomik ve kültürel bir giriş kapısıdır:
Etrafında imparatorlukların ve medeniyetlerin yeşerdiği; büyük savaşların yapıldığı ve uluslararası diplomasinin serpilip geliştiği tarihi bir anayoldur.
Toplumlarımız ve ekonomilerimizin hiç olmadığı kadar iç içe geçtiği çağımızdayurttaşlarımız, dünyada olup bitenleri aynı andasanki kendi mahallelerinde oluyormuş gibi hissedebiliyorlar.
Karşı karşıya bulunduğumuz küresel sınamalar hepimizin paylaştığı, ortak sınamalar.
Bu bağlamda, dünyamızın daha iyi bir hale gelebilmesi için tek yolun işbirliği yapmak olduğunu düşünüyorum.
Diplomaside,zorluklardan korkarak bir şey başarabilmek mümkün değildir.
Dünyanın her köşesindeki tüm diplomatik yapılar, sorunların ortaya konulmasında gayet etkinkençığır açacak politikaların önerilmesi söz konusu olduğunda ise çok nadiren aynı etkinliği sergilemektedir.
Bugünlerde bu tutum değişmeye başladı.
Her zaman tarih bilinciyle ve tarihe saygılı olarak, geçmişte yaşanan hataların üstesinden gelmekten asla korkmamalıyız.
Tarihten dersler çıkarıp yüzümüzü geleceğe çevirirsek, işte ancak o zaman ilerleyebilir ve hatalarımızı tekrar etmeyiz.
Bugün dünyanın dört bir tarafında karşımızda duran, denizleri ve kıtaları aşan, tüm sınırları yok sayan iklim değişikliği, kitlesel insan hareketleri, siber ve hibrid tehditler ve terörizm gibi birçok ortak sınamayı düşünüyorum.
Diplomasi ve çok taraflılığıntaşıdığı önem,hiç bu kadar büyük olmamıştı.
İşte bu çok taraflılık temeli üzerinde inşa edilen Avrupa Birliği, çalkantılı bu dönemde de insanlık tarihinin gördüğü eşsiz bir barış projesi özelliğini korumakta olup karşımızda duran ortak sınamalarıasgari düzeye indirebilmek ve ortak fırsatları azamiye çıkartabilmek için sürekli olarak işbirliği ve ortaklıklara yatırım yapmaktadır.
Bu bağlamda Türkiye, AB üyeliği yolunda aday bir ülke olarak vazgeçilmez bir ortaktır ve AB içinher zaman stratejik açıdan önemli bir komşu olacaktır.
Bu bağ, coğrafyanın kaçınılmaz kıldığı bir bağdır.
Bu bağ, tarihin tesis ettiği bir bağdır.
Ve bu bağ, karşılıklı menfaatlerimizce her zaman güçlendirilecek bir bağdır.
İşte bu nedenle kilit bir bölgesel güç olarak Türkiye, yüzünü her zaman için Avrupa’ya çevirmelidir.
Son beş yıldır AB Komisyonunun bir üyesi olarak AB-Türkiye siyasi ve diplomatik işbirliğinin taşıdığı önemi ilk elden deneyimledim veyanlış algılar, önyargılar ve bazen de katılaşmış tavırlardan kaynaklanan zorlukları birebir gördüm.
Ve dürüst olmam gerekirse bu her iki taraf için de geçerli…
Yine de güçlüklerin ve engellerin ötesinde irademizi sınamak, hakiki bir işbirliği yaratmak için bizlere tarihi bir fırsat sunuldu.
* *
*
Birincisi sadece Suriye’den değil; aynı zamanda Afganistan ve diğer bölgelerden gelen göç akışının yönetimi, Türkiye’de ve Avrupa’da netice veren bir takım ortak tedbirleri gerektirdi.
AB-Türkiye Bildirisi, iki tarafın da birlikte çalışmak istediğinde somut neticelerin elde edilebileceğinigösteren en net kanıttır.
Birlikte, en önemli konuda sözümüzü tuttuk: insan kaçakçılığı suç ağlarını engellemek ve insan hayatını kurtarmak.
İnsani yardım çabalarını yerine getirirken 3,6 milyon mülteciye ev sahipliği yapan Türkiye’ye takdirlerimi ifade etmek isterim.
Bunun ülkeniz için çok büyük bir sınama olduğunu biliyorum.
Bu sınamanın yönetilmesinde Avrupa Birliği’nin Türkiye’nin yanında olduğu ve yanında olmaya devam edeceği hususunda sizleri temin ederim.
Türkiye’deki Mülteciler için Mali Yardım Programı sayesinde:
– 1,6 milyon insanın, temel ihtiyaçlarını karşılamak üzere Sosyal Uyum Yardımından faydalanabilmesini;
– 500,000 çocuğun okula gidebilmesini ve ailelerinin de eğitim programı için Şartlı Nakit Transferi yoluyla destek alabilmesini;
– ve 176 okulun inşa edilebilmesini sağlamış bulunuyoruz.
Bu mali yardım programı, önümüzdeki yıllarda da Türkiye’deki mülteciler için yürütülecek projeleri desteklemeye devam edecektir.
Afrika ülkeleri de dâhil Türkiye, Ürdün, Lübnan gibi çok sayıda mülteciye ev sahipliği yapan ülkelerin yükünü hafifletmek üzere Avrupa Birliği, üçüncü bir ülkeden AB ülkelerine yerleştirme çalışmalarına(resettlement) da ciddi hız vermiştir.
Bu kapsamda son dört yılda 60 000’den fazla insan Avrupa’ya yerleştirilmiş bulunmaktadır.
Bu çalışmaları sürdüreceğiz.
Türkiye’nin göç konusunda ağır sınamalarla karşı karşıya kalmaya devam ettiğini olduğunu biliyorum.
İşte bu nedenle yakın işbirliğimiz devam etmeli ve devam edecek de…
İnsan haraketliliği çağında yaşıyoruz.
Şu anda yerinden olmuş 67,7 milyondan fazla insan hareket halinde ve kendilerine daha iyi bir yaşam aramakta…
Kriz Avrupa’da 2015 yazında en üst düzeyde kendini hissettirdiğinde, Avrupa buna hazırlıklı değildi vebüyük bir şaşkınlık yaşadı.
Bugün artık, o gün bulunduğumuz durumda değiliz.
Beş yıl geçti ve göç akışının daha iyi yönetilmesi konusunda ciddi ilerlemeler kaydettik.
Dış sınırlarımızın yönetimini güçlendirdik.
Yakın bir süreçte tasarrufu altında 10 000 daimi sınır muhafızı bulunduracak olan Avrupa Sınır ve Sahil Muhafaza [birimimiz] artık çalışır hale geldi.
Europol’ü güçlendirerek ve Türkiye gibi stratejik ortaklarımızla ilişkilerimize yatırım yaparak Avrupa içinde ve dışında kaçakçılara karşı mücadelemizi hızlandırdık.
Göçün kökeninde yatan sebepleri ele almak ve hareket halindeki insanların, yurtlarına yakın yerlerde destek alabilmelerini sağlamak adına, Avrupa’ya doğru gelen göç güzergâhında yer alan tüm ülkelere yönelik desteğimizi artırdık.
* *
*
Değerli konuklar,
Günümüzün küreselleşmiş ve birbiriyle bağlantılı dünyasında görülen jeopolitik istikrarsızlıkve değişimler, güvenlik tehditlerine cevap verilebilmesi için daha fazla işbirliğini gerekli kılmaktadır.
Geçtiğimiz on yılda Avrupa, Birleşik Devletler, Afrika, Orta Doğu ve Güneydoğu Asya terörden zarar görmüştür.
Son birkaç yıl içerisinde bile terör saldırıları, Türkiye ve Türk vatandaşlarını birkaç kez vurmuştur.
Terör, ulusal sınır tanımayan bir tehdittir.
Terörün tek bir yüzü yoktur.
Yeni Zelanda’nın Christchurch kentinde gerçekleşen saldırı, şiddet yanlısı aşırı sağcı ideolojininkapsam ve etkisini gözler önüne sermiştir.
Terör; tüm ülke, sınır ve dinler çapında hepimiz için bir tehdit oluşturmaya devam etmektedir.
Ortaya konulan bölücü söylemmaalesef sadece toplumlarımız arasındaki mesafenin açılmasına yol açmaktadır.
Bunun yerine hepimiz köprüler kurmalı, ortak bir anlayış geliştirmeli ve en önemlisi karşılıklı kültürel saygının oluşmasını sağlamalıyız.
Bazılarının, kaçınılmaz denilen “Medeniyetler Çatışması”na inanmasının sebebi de işte bu kültürel anlayış eksikliğinden kaynaklanmaktadır.
Huntington ve diğerlerinin yirmi yıl önce, tüm çatışmaların hepsinde ortak olan ve bu çatışmalara temel teşkil eden sebep olarak iddia ettikleri, kültürler arası önlenemez gerilimlerdi.
Ben şahsen bunun hiçbir zaman gerçekleşmediğini ve gelecekte de gerçekleşmeyeceğini düşünüyorum.
Bu tip basitleştirilmiş teoriler radikalleşmenin nedenlerine, bölgesel çatışmaların temel sebeplerine ya da insanların zorunlu olarak yer değiştirmesine yol açan koşullara açıklık getirmiyor.
Aşırıcılık medeniyetle bağdaşmamaktadır.
Tam tersine, terör sonucu yaşadığımız trajediler, dünya halklarının, kültürel farklılıkların ötesinde birbiriyle yakınlaşarak, küresel olarak teröre karşı güçlü bir ittifak kurabileceğini gösteriyor.
Bu tehditle mücadele ortak çaba gerektiriyor – ikili, bölgesel ve çok taraflı düzeylerde ortak uluslararası eylem, özel sektörle yakın işbirliği ve ulusal silo mantığının üstesinden gelinmesini sağlayacak siyasi kararlılık.
Bu, ortak bir anlayış ve her şeyden önemlisi karşılıklı bir güven gerektirmektedir.
Birleşmiş Milletler, G7 ve G20 örgütleri, güvenlik noktasında çok yönlü işbirliğimizin kök salıp yeşerebileceği birer çatıyı temsil etmektedirler.
Daeş ile savaşmak üzere Irak ve Suriye’ye giden yabancı savaşçılar örneğini ele alalım.
Coğrafi yakınlığı dolayısıyla Türkiye, sorunun çözümü ve oluşan tehditlerin bertaraf edilebilmesi için bölge genelinde işbirliği yapılabilecek en önemli ülke konumundadır.
Bu yüzden, irtibat sorumlusu değişimi ve kapsamlı bilgi alışverişinin sağlanması amacıyla Europol ve Türkiye arasında uluslararası bir sözleşme yapılması teklifinde bulunarak, Türkiye ile bu alandaki işbirliğimizi güçlendirme konusunda ısrarcı olduk.
Bu tür bir işbirliği, hem bölgesel hem de çok taraflı düzeyde, ortaklaşa güvenlik zorluklarının üstesinden gelinmesi için bütünleşik bir çalışmanın küresel modelini oluşturabilir.
* *
*
Değerli Büyükelçiler,
Popülizmin ve milliyetçiliğin yükseldiği günümüzde, bir içe dönme, içe kapanmacılık mantığına dönme ve çok taraflılığı geçmişe ait bir unsur olarak görmezden gelme eğilimine tanık olunmaktadır.
Bence bu mantık sonra derece sorunludur.
Ortak tarihimizden ders almaya devam etmeliyiz.
21nci yüzyılın yeni gerçekliği, güçlü ve vizyon sahibi bir liderlik eşliğinde işbirliğini, ancak aynı zamanda yarının dünyası adına sorumlulukların kabullenilmesini gerektirmektedir.
Karşılaştığımız zorluklar bizi birbirimize yakınlaştırmanın ötesinde bir duruma yol açmamalıdır.
Çünkü bunlar ortak sorunlardır ve gelecekte daha da artacaktır.
Gerçek şu ki hepimizin birbirimize ihtiyacı var.
Türkiye ve Avrupa için ortak bir gelecek ve iyi siyasi, ekonomik ve güvenlik ilişkileri hepimizin menfaatinedir.
Zorlu zamanlarda bile biz, insanların yaşamının iyileştirilmesine, demokrasinin işleyişi ve direncine, ekonomik büyüme ve refah düzeyine direk olarak katkıda bulunan güvenlik ve istikrar ortamını birlikte inşa etmek adına en iyi çözümleri bulmak için çalıştık ve çalışmaktayız.
Avrupa Komisyonu Üyesi olarak geçtiğimiz beş yılda, daha açık, işbirliğine yatkın ve barışçıl bir dünya düzeninin mümkün olduğunu kanıtladığımızı düşünüyorum.
Daha yapılacak çok iş var.
Hem küresel düzeyde, hem vatandaşlar, hükümetler ve tüm diğer aktörler arasında daha fazla açık işbirliğine ihtiyacımız var.
İkinci Dünya Savaşı’nın ardından gelen neslin gösterdiği çabayı ve vizyonu görmezden gelemeyiz.
Dünya savaşlarının küllerinden barış ve refahın doğduğunu unutmamalıyız.
Bütün bu başarıları hafife alamayız.
Gözümüzü dört açmalıyız.
Barış ve refah, ancak sürdürülebilir yaşamın olduğu bir yurdumuz varsa mümkün olabilir.
Geçmişteki başarısızlıklarımızı tekrarlamamak, bunlardan ders almak ve vatandaşların çıkarlarını da daima gözeterek, derin bir sorumluluk bilinciyle değerlerimizi korumak, artık kilit bir öneme sahiptir.
Gelecek büyük ölçüde bizim elimizdedir.
Dostlar ve komşular olarak, bu ortak çalışmada ve değer-temelli yaklaşımda birlikte yer almalıyız.
Her ne kadar stratejik seçimler ve kararlar ulusal hükümetlerin sorumluluğunda olsa da – ki siyasi bakımdan bu böyle olmalıdır – bu anlamda Diplomatik Kurumların ve üst düzey diplomatların rolü temel bir öneme sahiptir.
Her zaman somut gerçeklere dayanan görüş ve önerileriniz, küresel durum hakkındaki derin bilgileriniz ve elbette göreve bağlılığınız, milli politikaya- ortaya çıkmayı bekleyen içe dönük milliyetçiliğe uzak bir şekilde- hayati katkılar sunabilir.
Zaman geçtikçe, diplomatlar her zaman birer yurtsever olmaya devam ederken aynı zamandaküresel vatandaşlara dönüşürler.Diğer uluslar ve halklar hakkında çok daha derin ve iyi bir bilgiseviyesine sahiptirler ve jeopolitik bağlamı analiz etme becerilerine sahiptirler.
Bugünkü konuşmamın amacı karşılıklı anlayış ve saygı yolunda yeni imkanlar yaratılmasına ve yeni fikirlere bir kapı açılmasına katkıda bulunmaktır.
Türkiye ve Avrupa, coğrafi, tarihi açıdan ve ortak çıkarlar açısından birbirine kaçınılmaz olarak bağlıdır.
Türkiye’nin Avrupa yolunda istikrarlı bir rotada kalması önemlidir.
Geniş komşuluk bölgemiz, bütün Güneydoğu Avrupa vatandaşları için bir jeopolitik barış, istikrar, güven ve kalkınma ortamına dönüşerek bir model haline gelebilir ve gelmelidir de.
Sizi temin ederim ki bizler ve şahsen ben, bu ilişkiyi beslemek ve güçlendirmek için yorulmadan çalışmaya devam edeceğiz ve herkes için daha fazla kalkınma, istikrar ve barış isteyen daha müreffeh bir geleceğe yönelik çabalarınızı destekleyeceğiz.
* *
*
Kıymetli Büyükelçiler,
Bu önemli Forumda, ilk defa, aynı zamanda Yunan politikacı olan bir Avrupa Komisyonu Üyesi düşüncelerini dile getiriyor.
Artık birbirimizi oldukça iyi tanıyoruz.
Yunanistan-Türkiye yakınlaşmasına her zaman yürekten inanmış ve halen inananlardanım. Bunu da Venizelos ve Atatürk gibi büyük ve vizyon sahibi liderlerin ayak izlerini takip ederek gerçekleştirmeye çalışıyorum.
Türkiye’nin Avrupa perspektifine ve tüm alanlarda Türkiye ile AB arasındaki ilişkilerin derinleştirilmesine destek verebilecek, Yunanistan ve Türkiye arasında karşılıklı anlayış ve güvenin tesis edilmesine yönelik gereken koşulların oluşturulması için yıllardan beri gayret göstermekteyim.
Başlangıçta düşüncelerimi açık ve dürüstlükle ifade etme düşüncesinde olduğumu belirtmiştim
ve tam olarak da bunu yapıyorum.
Zaman değişti.
Devrim niteliğinde değişimler geçirdik ve bu değişimler küresel ekonominin görünümünü, insan hareketliliğini ve açık medya dünyası ile günümüzde gerçeklerin ve yalanların iç içe geçtiği internet dünyasını adeta bir dönüşüme uğrattı.
Geçmişten bize miras kalan basmakalıplara artıkyer yok.
Yüzyıllardır bir çok çatışmaya ve acı mücadelelere sahne olan geniş komşu bölgemiz, her zaman en büyük tehdit olarak milliyetçilik tehdidi altında olmuştur.
Bölgemizdeki işbirliği artık etraflıca düşünmeyi ve etki alanı geniş, önemli değişiklikler yapılmasını gerektiriyor.
Her şeyin ötesinde, bölgemizde prensipte uluslararası hukuka saygı üzerine birlikte inşa etmeye çalıştığımız geleceğe olan bağlılığımıza ve özene her zamankinden çok daha fazla ihtiyaç duyulmaktadır.
Uluslararası hukuk, birlikte, barış içinde yaşamayı mümkün kılan koruyucu melektir.
Uluslararası hukuk, uluslararası işbirliğinin anahtarıdır.
Uluslararası hukuk, ülkeler arasındaki etik ve fiili ilişkilerin tanımlanması gereken bir kutsal kitaptır.
Geçmişin tarihsel önyargılarından arınmış, varlığı devam ettikçe bizleri tarihin rehinleri olmaya mahkum edecek çözülmemiş meseleleri çözme cesaretini gösteren girişimlerle birlikte yeni bir diplomatik mimariye ihtiyacımız var.
Devletlerin siyasi oyunlarından ve bazı politikacıların dar görüşlü vizyonlarından uzak ve bunların ötesinde, vatandaşlarımızın bu belirsiz, istikrarsız, kaygıverici ve pek çok yönden tehlikeli ortamda haklı olarak güvenlik, belirlilik, barış ve yaşam haklarına saygı isteklerini dile getiren seslerine kulak verelim.
İşte Diplomatlar, sözde “derin devlet” denilen diğer temsilcilerden çok daha fazlasını yaparak, bunu ilk olarak gerçekleştirenlerdir.
Küresel meselelerle olan içiçelikleri, diplomatları, yani Sizleri, siyasi liderlerin ve demokratik yollarla seçilmiş hükümetlerin en güvenilir yol göstericileri haline getirmektedir. Böylece, daha önce de ifade etmiş olduğum gibi nihai seçimlerinde ve verecekleri kararlarda referans noktası ortak geleceğimizdir.
Değişen zaman, tarihten korkmayıp ona saygı duymamızı gerektiriyor.
Bunu yaparken geçmişe de takılıp kalmamamız gerekiyor.
Sonuçta bu, LİDERLİK kavramının daha derinlerde yatan özüdür: gelişmelerin önünde olmak, büyük resme bakmak ve genellikle devletlerin bilinen rahatsızlıklarından, bir başka adıyla devlet-hastalığı adını verdiğimiz bir rahatsızlığın neden olduğu bir engel ya da sorun olarak karşımıza çıkan meselelerle yüzleşmeye cesaret etmek.
Konuşmamın başında da vurguladığım hususa ek olarak ve bugün burada ülkemi temsil etmiyor olmama rağmen, Yunanistan ile Türkiye arasındaki ilişkide başka bir noktayı daha vurgulamak isterim.
Yunanistan’ın yeni seçilen başbakanı, vizyon sahibi bir liderolan Kyriacos Mitsotakis’in, ve Atina ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanları olduğumuz dönemden bu yana kendisiyle uzun ömürlü,güçlü ve güven esaslı bir ilişki tesis ettiğimiz bir lider olan Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın güçlü siyasetçiler olduklarına inanıyorum.
Her iki lider de ülkelerimizi yeni bir dostluk, iyi komşuluk dönemine taşıyacak ve güçlü ülkelerimizi ortak bir vizyonun paylaşıldığı yeni bir çağa taşıma yolunda tüm engelleri aşan ve cesur kararlar verecek güce sahiptir.