admin | 08 Haziran 2018 | Alt Manşet, Genel, Gündem, Manşet, Son Dakika, Sürmanşet, Tüm Manşetler, Yerel Haberler A- A+
CHP Adana Milletvekili Adayı Avukat Oya Tekin, Çukurova topraklarının bereketini kaybetmek üzere olduğunu ifade ederek, “Çünkü buradaki tarlalardan Türkiye’nin dört bir yanındaki sofralara uzanan meyve- sebze, alarm veriyor” dedi
Adana’daki hastane poliklinikleri ve acil servislerinde kaos olduğunu savunan Oya Tekin, “Sağlıkta yalnızca ulaşılabilirlik kolaylaştırıldı, çarkın dönmesi için ulaşılabilirliğin kolaylaştırılması lazımdı. Geçmişteki kuyrukların kat be kat fazlası var telefon kuyruklarında. İnsanlar 1, 2, 3 ay sonrasına randevu alabiliyor ancak. Bu sağlık sistemi insanları hasta etti. İnsanlar hasta değilken bile hastaneye gitme ihtiyacı duyuyor artık. “dedi
ADANA/Cumhuriyet Halk Partisi Adana Milletvekili Adayı Avukat Oya Tekin, Adana’nın sorunlarını bildiklerini, çözümün CHP iktidarı olduğunu söyledi. Tekin,“Adana’da tarıma dayalı sanayi geliştirilmeli. Topraklarımız bereketini kaybetmek üzere. ÇUKOBİRLİK’i yeniden hayata geçirmek zorundayız. Sağlık sistemi insanlarımızı hasta etti. Polikliniklerde ve acil servislerde büyük bir kaos var.” dedi.
Seçim çalışmalarında kırsala ağırlık verdiğini, sorunları saptayıp, çözüm önerilerini de sunduklarını dile getiren CHP Adana Milletvekili Adayı Av. Oya Tekin, tarım konusunda şöyle konuştu:
“Akdeniz Bölgesi’nin en büyük, Türkiye’nin ise 5’inci büyük şehri olan Adana’nın yüz ölçümü 1 milyon 403 bin hektar olup, bunun 539 bin hektarı tarım arazisidir. Adana’da tarım alanlarının dağılımına baktığımızda; 445 bin 180 hektar tarla, 11 bin 979 hektar nadas, 44 bin 406 hektar meyve, 37 bin 435 hektar da sebze alanı bulunmaktadır. Toplam tarım alanlarımızın 375 bin 212 hektarlık kısmı sulamaya elverişlidir. 241 bin 307 hektar tarım alanında ise sulu tarım yapılmaktadır. Ancak ne yazık ki, Çukurova toprakları bereketini kaybetmek üzere. Çünkü buradaki tarlalardan Türkiye’nin dört bir yanındaki sofralara uzanan meyve- sebze, zehir alarmı veriyor. Çiftçiler, meyve sebzede direnç kazanan böcekleri yok etmek için Bakanlığın izin vermediği zirai ilaçları kullanıyor. Çukurova topraklarında bir başka hayati mesele ise, burada yetiştirilen narenciye ürünlerinin, bilinçsiz seçimden ötürü alıcı bulamaması. Bu nedenle, birçok çiftçi, tarla ve bahçesindeki ürünü sökmek zorunda kalıyor. Çünkü Tarım Bakanlığı’nın kendilerine yol gösterecek bir pazar araştırması ve ekim programı hazırlamaması, yurt dışında gördükleri narenciye çeşidini Çukurova’ya bilinçsizce uyarlamalarına neden olmuş.
TMO ÇİFTÇİMİZİN KARA GÜN DOSTU OLMALI
Söz konusu çeşitler iç ve dış pazarda talep görmeyince, bu yıl yalnızca tek bir ürün çeşidinde milyonlarca dolar zarar meydana gelmiş. Çukurova’ya özgü olmamakla birlikte belki de en çok burayı etkileyen bir başka mesele ise, üreticilerin artan girdiler karşısında ürünlerini maliyetlerin altında satması ve bu nedenle üretim yapamaz hale gelmeleri. Yalnızca narenciye değil, diğer ürünlerde de tablo çok karanlık. Toprak Mahsulleri Ofisi, çiftçinin kara gün dostu olması gerekirken, hasat döneminde kapalı, alım yapmıyor. Üretici ürünü TMO yerine tüccara veriyor. Bir başka değişle tüccara mahkum ediliyor. Zira, buğday Toprak Mühendisleri Ofisi’ne 1050 liraya satması gerekirken, 900 liraya tüccara vermek zorunda bırakılıyor.”
ÇUKOBİRLİK YENİDEN HAYATA GEÇİRİLMELİ
Türkiye’nin en büyük Tarım Satış Kooperatifleri Birliği ÇUKOBİRLİK’in mutlaka yeniden hayata geçirilmesi gerektiğini dile getiren CHP Milletvekili Adayı Oya Tekin, bir zamanlar Avrupa’nın sayılı entegre tesisi ÇUKOBİRLİK’in fabrika binalarının kaderine terk edildiğini ifade ederek bu konudaki görüşlerini de şöyle dile getirdi:
“Bugün Adana sanayisinin içinde bulunduğu karanlık tabloyu anlamak için yalnızca ÇUKOBİRLİK’e bakmak bile yeterli olacaktır. Çukurova bölgesinde pamuk üreticilerinin ürünlerini değerlendirmek ve üreticiye destek sağlamak amacıyla Adana, Ceyhan ve Tarsus Tarım Satış Kooperatifleri’nin bir araya gelerek, 275 ortakla oluşturdukları bir Kooperatifler Birliği olan ÇUKOBİRLİK, 12 Eylül sürecinde sendikanın kapatılması ile kötü yönetilmeye başlandı. AKP döneminde ise Adana-Mersin yolu üzerindeki tüm tesisler ne yazık ki amacı dışında içi boşaltılıp, makinalar satılıp birer harabe yapılara, binalara, depoya dönüştürüldü.
Oysa ÇUKOBİRLİK, Osmaniye, Hatay, Gaziantep, Urfa, Diyarbakır, Mersin, Adıyaman, Mardin illerini de kapsayan pamuk alım ve çırçır tesisleri bulunduğu ÇUKOBİRLİK Adana merkezli büyük bir kooperatif yapılanması idi. Pamuk, hammadde olarak geldiği işletmelerde ipliğe dönüşüyor, yağ çıkarılıyordu. Çırçır, dokuma, boyama Tesisleri ile iş, aş kapısı idi.
AKP döneminde tüm fabrika işletmeler kapatıldı. Pamuk alımı düştü. Yanlış yönetimler ÇUKOBİRLİK’i zora soktu. Onbinlerce kişi işsiz kaldı. Çukurova’da yanlış tarım politikaları sonucunda bölgede pamuk ekiminin azalması ve diğer bazı etkenler nedeniyle, Çukobirlik de etkilendi.
Bugün tesislerinin çoğu kapalı ya da kiraya verilmiş durumda. Değeri trilyonları bulan onlarca makine ya satıldı ya da atıl vaziyette bekliyor. Bu tesisin bir an önce yeniden yapılandırma çalışmaları tamamlanarak, eski günlerine dönmesinin sağlanması, hem bölgedeki üreticilerin ürünlerini en iyi şekilde değerlendirmesine hem de yeniden istihdam kapısı olmasına olanak sağlayacaktır. ÇUKOBİRLİK’i yeniden hayata geçirmek, büyütüp geliştirmek için harekete geçmeliyiz.”
UYUŞTURUCUNUN ÖNÜNE MUTLAKA GEÇİLMELİ
CHP Adana Milletvekili Adayı Av. Oya Tekin, uyuşturucu kullanımı ve ticaretinin de Adana’nın kanayan yarası olduğuna dikkat çekti. Türkiye Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme Merkezi (TUBİM) 2014 Türkiye Uyuşturucu Raporu‘na göre Adana’nın ekstazi, eroin, esrar maddelerinin kullanımında ilk sırada yer aldiğigi kaydetti. Tekin bu konuda özel bir çalışması olduğunu belirterek şöyle konuştu:
“ Adana’da uyuşturucu ticareti önlenemeyen bir yükselişe geçti. Adana polisinin uyuşturucu ticaretine karşın son dönemlerde artırdığı operasyonlar da yetersiz kalıyor. Adana’da uyuşturucu ticareti nedeniyle haftada ortalama 8 kişi tutuklanıyor. Adana, merkezi idareden hak ettiği yatırımları ve payı alamayan bir kent. İşsizliğin en yoğun yaşandığı kentimizde üniversite mezunları dahi iş bulamaz haldeyken üniversitelere gitme şansı yakalayamayan yoksul kesimin çocukları da çaresizlikten uyuşturucuya bulaşıyor. Oysa çözüm bizim elimizde. İnternet üzerinden gerçekleştirilen uyuşturucu trafiğinin daha yakından takip edilmesi gerekiyor. Örneğin, Emniyet bünyesinde “yeni nesil uyuşturucuların internet takibi” şeklinde bir birim kurulmalı. Tedavi konusunda Avrupa’yı örnek alacak, tam donanımlı butik merkezler, devlet destekli olmalı. Bakanlık tarafında desteklenmeli. Bu merkezlerde rehabilitasyona ve tedaviyi zamana yaymaya ağırlık verilmeli. Geçim olanakları, yaşam olanakları değişime uğrayan aileleri çocukları, içinde bulundukları belirsizlik ortamında uyuşturucu kullanımına yatkın hale geldiği için, belediyeler hayati önem taşıyor. Belediyelerin kültür sanat etkinlikleri ve kursları hayat kurtaracak nitelikte, bu olanakları geliştirmeyiz.”
HASTANE POLİKLİNİK VE ACİLLERİNDE BÜYÜK KAOS VAR
“Bugün, herhangi bir hastanenin polikliniğine ya da acil servisine gittiğinizde nasıl bir kaos olduğunu görürsünüz. Yalnızca ulaşılabilirlik kolaylaştırıldı, zaten çarkın dönmesi için ulaşılabilirliğin kolaylaştırılması lazımdı. Yoksa geçmişteki kuyrukların kat be kat fazlası var telefon kuyruklarında. İnsanlar 1, 2, 3 ay sonrasına randevu alabiliyor ancak. Büyük bir yığılma var çünkü her yıl 100 milyon insan acile gidiyor çünkü bu sağlık sistemi insanları hasta etti. İnsanlar hasta değilken bile hastaneye gitme ihtiyacı duyuyor artık. Bir de şehir hastaneleri meselesi var tabii.
Kabaca, kamu özel ortaklığı aralığıyla sağlık hizmetini özelleştirme anlamına gelen şehir hastaneleri, bin 600’e varan yatak kapasitesine sahip hastaneler. Ancak bu hastanelerin sağlık hizmetleri, sadece yatak kapasitesiyle sınırlı kalmıyor. Her hastanenin bünyesinde görüntülüme merkezi, laboratuvar, ameliyathanenin işletmesi, hastaların yemek ihtiyacı, restoranlar ve otoparklar gibi yan ihtiyaçlar vardır. Şimdi, bu şehir hastanelerinde, bütün bu yan ihtiyaçlar özel sektörün inisiyatifine bırakılmış durumda. Yani maliyeti misliyle vatandaşa yansıyacak. Vatandaştan ciddi bir muayene ücreti alınmayacak ama görüntülüme merkezi, ameliyathanenin işletmesi, laboratuvar, hastaların yemek ihtiyacı, restoranlar ve otoparkların ücretleri vatandaştan alınacak. Bugünlerde vale hizmetinden bile bahsediliyor, peki vale hizmetinin parasını kim verecek, tabii ki vatandaş. Dahası, bu hastanelerin büyük bir kısmı yerleşim merkezlerinin uzağında. Bu durum, beraberinde ulaşım sorununu ve masraflarını da getiriyor. Böylece vatandaş şehir hastanesine gittiğinde, özel hastaneye gitmiş gibi bir faturayla karşı karşıya kalacak. O parayı ödemeyen hizmet alamayacak.”
ADANA’DAKİ SURİYELİ GÖÇMENLER
“İç savaştan kaçarak Türkiye’ye gelen Suriyeli mülteci sayısı 3 milyon 567 bin 130’a ulaştı. İstanbul’da ise, 554 bin 655 Suriyeli var. Bu sayı Türkiye’deki 43 ilin nüfusundan daha fazla…. Sığınmacılardan 225 bin 557’si geçici barınma merkezlerinde, 3 milyon 341 bin 573’ü de 81 ilde yaşıyor. Kilis’te kayıtlı 130 bin 57 mülteci var ve bu sayı şehir nüfusunun yüzde 95’ine ulaştı. İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’nün hazırladığı rapora göre, geçici koruma altında bulunan Suriyelilerin yoğun olduğu ilk 10 il arasında; İstanbul, Bursa, İzmir, Konya, Adana, Mersin, Hatay, Gaziantep, Kilis ve Şanlıurfa var. Görüldüğü gibi, Suriye sınırına olan göreceli yakınlığıyla Adana da yoğun göç alan iller arasında. Bu tablo içerisinde, Adana’da 250 bin, Seyhan ilçesinde 75 bin civarında Suriyeli sığınmacı olduğu tahmin ediliyor. İnsani Gelişme Vakfı (İNGEV) ve IPSOS Araştırmalar Enstitüsü tarafından Türkiye’deki Suriyeli mültecilerle ilgili bugüne kadar yapılan en kapsamlı araştırmalardan biri olan ‘Mülteci Hayatlar Monitörü’ne göre,Suriyeli mültecilerin yüzde 70’i Türkçe bilmiyor, günlük satın alma güçleri 2 doların altında, kayıtlı ve kayıtsız olarak çalışanların oranıysa yaklaşık yüzde 31. Çalışanların yüzde 17’si Türkiyeli bir işverenin yanında çalışırken, yüzde 5’i Suriyeli bir işverenin yanında, yüzde 5’i de kendi hesabına çalışıyor. Biz, bu alanda politika geliştirirken, bu verileri dikkate almak zorundayız. Bu insanları tam olarak mülteci haklarına kavuşturarak, onları sosyal yardımlara muhtaç etmeden ve iki halkı karşı karşıya getirmeden, gerçekçi yöntemlerle işgücü piyasasına dahil etmek gerekmektedir. “