Fazıl Say’ın çok sevdiğim bir eseri. Hangimiz akılla konuşmuyoruz ki?
Sizi bilmem, ancak bu aralar bu konuşma işini kendimde sıkça fark etmeye başladım. Hiç hoş bir durum değil, insanın kafası gerçekten ısınıyor.
Toplumun nereye doğru gittiğini bilememek, hızlı bir şekilde değişime uğrayan, aslında yozlaşan, değerlerini, vicdanını, manevi duyguların al aşağıya olduğu ve alev topu misali bayırdan aşağıya yuvarlanmayı… takip etmek ve hiç bir şey yapamamak…
İnsan kendi yaşamında bile bu alev topunu engelleyemezken, nasıl toplumun düzeni için bir şeyler yapabilir ki?
Dedim ya, akılla konuşmaktan ısınan bir kafayla olanları anlamlandırmak bir hayli zor…
Eskiden varoluşu sorgularken bir yerler de tıkanır bunun da bir hayrı var diyerek düşünmekten vazgeçerdim. Bu genel de kendi varlığımı, evrenin ve ilahi gücün sorgulaması olurdu. Kısacası aklımın ve bilgimin yeterli olmadığı mistik güçlerin bulunamayan cevapları…
Ya şimdi! Artık hiçbir soruya cevap verememenin çaresizliği… Kafayı ısıtmaya ve aklınla konuşmaya neden oluyor.
Aklımla konuşurken şu sorulara cevap vermekte zorlanır oldum. Siyasi mücadeleler neden bu kadar çirkinleşti?
Toplum için örnek alınması gereken bizi yöneten koca koca adamalar, birbirine, halka küfür etmekten ne zaman vazgeçecekler?
Olmayan, sahte çıkan diplomalar hangi iradeyle bu kadar çok fazlalaştı?
İnsanlar bu kadar hangi ara kötü oldu?
Ebeveynler, bakıp sağlıklı büyütemedikleri ve zaman geçiremedikleri çocukları neden dünyaya getiriyor?
Sabilerin bu kadar zulüm, sefillik yaşamalarının nasıl bir tekâmülü olabilir?
El kadar bebelerin başına gelenler, din kisvesiyle nasıl legal hale gelebilir ve nasıl bir kötülük bunlara izin verilmesini müsaade ettirir?
Her şeyden önemlisi, nasıl bir toplum, alev topu gibi bayır aşağı yuvarlanmaya ve kendiyle birlikte sevdiklerini de yakmaya gönüllü olur?
Aklımla konuşurken bunlara cevap vermekte bir hayli zorlanırken yılan ile ateşböceği hikâyesi geldi aklıma; “Yılanın biri ateşböceğinin peşine düşmüştü. Onu tam yemek üzereyken ateşböceği,
-“Sana bir şey sorabilir miyim?” dedi.
Yılan, ”aslında kurbanlarımla konuşmam ama bir istisna yapayım sor bakalım” der.
Ateşböceği sorar, ”sana bir şey mi yaptım?”
-“Hayır” der yılan.
-“Senin besin zincirine mi dâhilim?”
-“Hayır” der yine yılan.
-“O halde neden beni yemek istiyorsun” der ateşböceği.
-“Işığını görmeye dayanamıyorum” diye cevap verir yılan.
İşte toplumdaki bireyler aslında bu hale geldi. Başkasının ışığını, iyiliğini ellerinden geldiğince söndürme gayreti içindeler. Bunun bence en önemli nedeni, bizi yönetenlerin toplumun ışığını, iyiliğini, vicdanını çoktan söndürmelerinden.
Kim bilir? Aklıyla konuşup, yaşanan mantık dışı olaylara cevap veremeyip kafası ısınan bir grup, benim gibi kendine sorular sormaya devam ederken, boş vermişlik yerine, alev topu olmak yerine, kardelen çiçeği olmayı seçer.
Yaşadığımız coğrafya kaderimiz olabilir, ancak bize yaşatılanlar asla kader değil, bizim seçimlerimizdir.
Şimdilik her zaman olduğu gibi hoşça kalın, akıl ve beden sağlığınızı korumaya çalışın!